11 Kasım 2017 Cumartesi

Vira Bismillah

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adı ile.

Ahdimi yerine getirmek için beni yaşatan Rabbime hamdolsun. Ben bir söz verdim. Binlerce masum insanın katili Beşar Esed’i öldürmek bana nasip olsun diye her gün dua ettim. Rabbim dualarıma icabet etti ve bugün hala hayattayım.
Halep için görüşmeler yapılırken içim de bir huzursuzluk vardı. Binlerce şehid verilerek kurtarılan bölgeden çıkmak istemiyordum. Bunun için imkanlarım da kısıtlıydı. Tek başına hareket etmenin de en büyük zorluğu da bu oluyor Fakat her ne pahasına olursa olsun benim için öncelik verdiğim söz idi.

Bir plan yaptım. Halep’ten herkes çekildikten sonra çekilmeyecektim. İçeri giren Esed askerlerini vurabildiğim kadar vurup, sonunda sıkışmaya başlarsam bir yolunu bulup kaçarak yeniden şebbiha ve şii milislere hesap sormaya devam etmeyi düşünüyordum. Yanıma yeteri kadar mermi ve yiyecek alıp askerlerin şehre giriş yapacağı bölgeyi gören yüksek bir binaya mevzilenmiştim. Kaçış için gerekli olan güzergahı harita üzerinden kardeşler ile istişare ederek ayarlamıştım. Yolculuğun uzun sürebileceğini düşünerek yiyecek olarak şeker ve bayat ekmek kırıntısından bir karışım ayarlamıştım. Çeçenistan cihadı yıllarında mücahidlerin anılarını okurken öğrenmiştim bunu.

Son otobüsler de yola çıktığında necis kafirleri görmeye başlamıştım. İlk kurşunu giren konvoyun komutanı olduğum kişiye attım. Mesafem yeteri kadar iyiydi.  Aklıma Enfal Suresi 17. Ayetinin meali geldi : “Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” Askerler çil yavrusu gibi etrafa dağılmıştı. Hiç beklemedikleri bir anda gelen ateş onların kalbine korku salmıştı. İlk şoku atlattıktan sonra aralarından bazıları sağa sola rastgele ateş etmeye başladılar. O kadar korkmuşlardı ki rastgele açtıkları ateş sebebi ile kendi adamlarını bile yaraladılar. Kendine gelen askerler hemen ateşin geldiği yöne doğru aramaya koyuldular. Fakat buna daha önceden hazırlıklı olduğum için yıkılmış bir bina içinde duvar örerek içeriden bakıldığında görülmeyen bir yer yapmıştım kendime. Hava kararana kadar aramalarına rağmen beni bulamadılar.  Kafirlerin şerrinden beni emin kılan Rabbim’e şükürler olsun.

Atışlarımı isabetli kılan Rabbim’e ne kadar şükretsem az. O gün bir daha atış yapmamıştım. Yerimden bir an olsun ayrılmadım. Gece olduğun da biraz istirahat ettim. Gözlerim çok yorulmuştu. Sabah namazı vakti ile birlikte kalkıp namaz kıldıktan sonra av için havanın aydınlanmasını bekledim. Hava biraz aydınlandıktan sonra bir zafer edası ile ortalıkta dolaşanları gördükçe içim kan ağlıyordu. Fakat bunun ne denli büyük bir savaş olduğunun farkındaydım. Aydınlığın ortalığı kaplaması ile birlikte orta da gözüken ne kadar asker varsa tek tek indirmeye başladım. Sayısını hatırlamıyorum fakat hatırı sayılır kafirin cehenneme gitmesine vesile olmuştum. Tevbe Suresi 14. Ayet mealen :” Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlara azap etsin, onları rezil etsin, onlara karşı size zafer versin ve mü'minler topluluğunun gönüllerini ferahlandırsın." diyordu. Artık kaçma vakti geldiğini anlamıştım. Fakat bina içinde çok fazla ayak sesi vardı. Onların gitmelerini bekleyip gece yarısı çıkmayı planlıyordum. 2. Gün ve onlarca kayıp vermelerine rağmen beni bulamamaları onları çıldırtmıştı. 1 saat kadar sonra bina da ki ayak sesleri kesilmişti. Bina çevresinde ki kalabalıkta bitmişti. Çevrede kimseyi göremiyordum. Korktuklarını düşünerek sevinmiştim. Fakat bu sevincim çok sürmedi. Uçak sesleri peş peşe gelmeye başladı. Fakat aklıma bulunduğum binanın vurulacağı hiç gelmemişti. Bir süre sonra çok güçlü bir patlama sesi ile kendimi yıkıntılar arasında buldum. Sanırım artık yolun sonuna geldim diye düşünmeye başlamıştım. Hicr Suresi 55. Ayet meali : “Melekler: «Seni gerçekle müjdeliyoruz. Sakın Allah'ın rahmetinden ümidini kesenlerden olma!» dediler. “ ile kendime geldim. Fakat vücudumun bir çok yerinde acılar hissediyordum ve sıkışmıştım. Rabbime beni amacıma ulaşmadan canımı alma diye dua ederek kendimden geçmişim. Kaç gün orada kaldım hatırlamıyorum.

Aradan bir süre geçtikten sonra gözümü açtığımda başımda Kur’an okuyan yaşlı bir annemiz vardı. Gözlerimi açtığımda Fatiha suresinin 6-7 ayeti olan : “Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; gazaba uğrayanların ve sapıkların yoluna değil. “ ayetini okuyordu. Sureyi bitirip amin diyerek bitirdikten sonra ben amin dedim ve kendisinden su istedim. İçim yanarcasına susamıştım. Bir yudum su içtikten sonra kendime geldim. 2 gün daha o halde yattıktan sonra ayağa kalkabilmiştim. Odanın içindeki sandığı açıp silahımı ve cep boy Kur’an-ı Kerim’i gösterdiğinde içimi büyük bir sevinç kaplamıştı. Acılarımı bir an unutu vermiştim. O yıkıntılar arasında beni ve emanetleri nasıl çıkardığına şaşırmıştım. Şaşırdığımı anlamış olacak ki bana otur ve dinle diyerek anlatmaya başladı.

Kendisi Hafız Esed döneminden beridir Halep’den hiç ayrılmamış. Bahçe içerisinde küçük tek katlı bir evi vardı. O kadar badireler atlatmasına ve eşini Hafız Esed’in idam ettirmesine rağmen 2 çocuğunu büyütmüş ve kaçmamış. Olaylar başlayana kadar sürekli baskı altında yaşamışlar. Fakat Halep’i terk etmemişler. Çatışmalar başladığında 2 oğlu da hiç düşünmeden mücadeleye atılmışlar. Bir oğlu 2014’de diğer oğlu da 2016’da şehid (inşaallah) olmuş. Onların ve eşinin mezarları da Halep’deymiş. Onları burada bırakıp gitmeyi kabul etmemiş. Ben burada doğdum ve Allah izin verirse burada öleceğim diyordu. Herkes gitmesine rağmen o hala burada duruyordu. Benim içinde olduğum bina ise bir Cuma sabahı küçük oğlunun şehid olduğu binaymış. Bombardıman sırasında şarapnel parçası ile oğlu şehid olmuş. O günden sonra her Cuma bina önüne gider ve eski günleri yad edermiş. O gün içinde anlam veremediği bir daralma olduğunu söyledi. Şehid olan oğlundan sonra o binaya hiç girmemiş. Fakat o gün ilk defa girme isteği içimde vardı dedi. Girdiğinde ise bir şey arar gibi yıkıntılar içinde bir şey arar gibi dolaşmaya başlamış. Hava kararana kadar orada beklemiş ve sonunda o zayıf haline rağmen beni bularak sürükleye sürükleye evine getirerek tedavi etmiş. Ertesi hafta da eşyalarımı almış.

Rabbim’den onun acılarını hafifletmesini için dua ettim. Yaptıkları için ona ne kadar teşekkür etsem azdır. Fakat o benim orada ne yaptığımı anlamıştı. Durmadan ve engellere takılmadan yoluma devam etmem için bana dua ettiğini söylüyordu. İyice kendime gelmiştim artık. Onu burada tek başına bırakmak istemiyordum. Fakat benim burada kalmam hem onun için hem de benim için tehlikeli olacaktı. Benimle birlikte gelmesini teklif etsem de beni dinlemedi. “Ben burada ailem ile birlikte kalacağım ve burada onlar gibi şehid olacağım” dediğinde başım öne eğilmişti. Onun bu teslimiyetini görünce Bakara Suresinin 12. Ayetini okudum : Hayır, öyle değil Kim kendini Allah'a adar ve bunun yanında iyi ameller de işlerse Allah katında mutlaka mükâfatını alır. Böyleleri için korku sözkonusu değildir, onlar hiç üzülmeyeceklerdir. Beni tasdikledi ve haydi deyip beni yolcu etti.
Güvenlik ve bana yardımcı olanların hayatlarının tehlikeye girmemesi için nasıl ve ne şekilde çıktığımı anlatmıyorum. Fakat onların onca askerine ve kontrol noktalarına rağmen Allah’a iman edip teslim olmuş bir avuç Mü’min’in yardımı ile gözleri açık fakat kör olmuş mücrimlerin içinden geçerek kardeşlerimin yanına ulaştım. Şuan Maarat Nu’man’dayım. Uygur kardeşlerim ile birlikteyim. Yeniden avlanmaya başlıyorum Allah’ın izni ile.

Hani Rabbin meleklere «Ben sizinle beraberim, mü'minleri yüreklendirin, ben kafirlerin kalplerine korku salacağım, vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi parmaklarına» diye vahyetti.

Hepinizi merhameti sonsuz Rabbime emanet ediyor, azabı çetin olan o günden muhafaza olmamızı diliyorum. Başka bir gölgenin bulunmadığı Kıyamet gününde Rabbimizin arşının gölgesinde buluşmak dileği ile.

Vira Bismillah.

Doktor Kanas
11/11/2017 05:30 / Ma'arretü'n-Nu'man


18 Haziran 2015 Perşembe

2013 yılının ilk günleriydi. Doktor arkadaşlarla beraber öğle molasında haberleri izliyordum. Haberde uçaktan atılan varil bombası sonucu parçalanan çocuğunu kucağına alan Babasının feryadı vardı. Babasının ağlamaya bile mecali kalmamıştı. Aklını yitirmişçesine bağırıyordu. Hayatım boyunca sayısız ameliyat yapmıştım. Fakat böylesine acı veren bir durum ilk defa karşılaşmıştım. Severken bile incitirim diye kıyamadığı evladının paramparça olmuş cesedi vardı artık kucağında. İçimden bir ses yazık bu çocuklara derken başka bir ses de sadece yazık demekle olmaz diyordu. O gün bitin psikolojim bozuldu. Eve gitmek istemedim bir türlü. Yürüyemiyordum. Hastaneden çıkamadım. Sabaha kadar masamda oturup düşündüm. Unutmak istiyordum. Fakat bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Bir şeyler yapmalıydım dedim kendi kendime. Nihayet sabah olduğunda ilk işim, üyesi olduğum doktor kuruluşunu aramak oldu. Onlarda yakın bir zamanda Afrika ülkelerinden gelmişlerdi. Suriye için bir kafile olup olmadığını sordum. 1 hafta sonra bir kafilenin yola çıkacağını söylediler. İçimi buruk bir sevinç kaplamıştı. Yüzlerce kez konferans, eğitim ve ameliyatlar için yurt dışına gitmeme rağmen bu sefer içimde çok farklı bir his vardı. İlk defa işe yarayacağımı düşünmeye başladım. 1 hafta nasıl geçti hatırlamıyorum bile. Bütün hazırlıklar bitmişti. Sabah ilk uçakla Gaziantep'e gidecektik. Bu benim İstanbul’u son görüşümdü. Doğup büyüdüğüm bir şehri bırakıp giderken bir daha dönmeyeceğimi nereden bilebilirdim ki ? Havaalanı'na indikten 1 saat sonra sınır kapısına gelmiştik. İlk defa bu kadar Suriyeliyi bir arada görmüştüm. Bir müddet sonra sınır kapısından geçiş yaparak Suriye'ye girmiştik. Çok az imkanlarla hastaneye çevrilen bir binanın önüne geldiğimizde yaralıları görünce kendimiz birden hastaların başında bulduk. Bir müddet önce okula düşen bir havan mermisi onlarca insanın yaralanmasına sebep olmuştu. Önceliğimiz acil durumda olan çocuklar ve yaşlılardı. Fakat o kadar çok ağır yaralılar geliyordu ki göz doktoru arkadaşım bile cerrahi ameliyata girmek zorunda kalıyordu. Hiç hijyenik olmayan ve Tıbbi cihazların olmadığı adına hastane denen yerde hem ameliyat hem de insanları tedavi etmek durumunda kalmıştım. Bazen yetişemediğimiz için ölen insanları gördükçe daha da kötü oluyordum. Dışarıda sanki uçan kuş bile vuruluyordu. O kadar çok ölü ve yaralı geliyordu ki oturmak için bir an bile boş kalamıyordum. Kadın,çocuk,yaşlı,genç onlarca yaralı geliyordu. İlk defa kendi ülkemde hiç sorun yaşamadan kullandığım Tıbbi malzemelerin ne kadar önemi olduğunu fark ettim. Narkoz yerine dişlerinin arasına sıkıştırılan tahta parçalarından tutunda, gazlı bez yerine kağıt kullanmak zorunda kalmıştım. Allah’ım bu nasıl bir kıyımdı? Artık kan ve parçalanmış bedenleri görmekten ilk defa bir cerrah olarak rahatsız olmaya başlamıştım. Artık dayanacak gücüm de kalmamıştı.
......

Suriye'ye gelişimin 14. günü olmuştu. O gün Suriye’de geçireceğim son geceydi. Mevsim kış olmasına rağmen bahar havası vardı o gün. İçimde değişik bir sevinç  vardı. Belki de ülkeme dönecek olmamın sevinciydi bu. Hatta o gün normal hastalar dışında hiç yaralı gelmemişti ve çok sevinmiştim. Sabah erken yola çıkacağımız için biraz erken yattım. Gece saat 2 gibi dışarıda bütün köyden duyulacak ses de bir çığlık ile uyandım. Ekibin en tecrübeli doktoru ben olduğum için önce beni kaldırdılar. Hemen hazırlanıp sedyelerin olduğu yere gittim. Hayatımda bu kadar yüksek sesle ağlayan bir insan görmemiştim. Sedye üstünde yatan kadının yaralı olduğunu düşünerek hastayı kontrol etmeye başladım. 2 kez sakinleştirici yapılmış olmasına bir türlü sakinleşmiyordu. Fakat kontrol ettiğimde hiçbir yara göremedim. Benim dışımda herkes elini başının arasına almış ağlıyordu. Sorduğum kimse cevapta vermiyordu. Tercümanlık yapan gence sorduğumda ise kadının durumunu anlattığında dizlerimin bağı çözülmüştü. Konuşamamıştım, nutkum tutulmuştu. Sedye de yatan kadının üzerinde ki et parçalarına baktıkça gözlerimdeki yaşlar artıyordu. Hele saçlarının arasında gördüğüm küçük bir serçe parmağını gördüğümde benim için hayat durmuştu. Elimi süremiyordum artık. İlk başta fark etmediğim et parçaları 7 aylık bir bebeğe ait olduğunu öğrendiğimde beni çok büyük bir öfke kaplamıştı. Kadıncağız yolda aracı ile bombalanan köyünden kaçarken aracına uçak füze atmış ve bebeği paramparça olmuştu. Bebeğinin parçalanan cesedi kadının üzerine yapışmıştı. Kadına hiç bir şey olmaması ise bir mucizeydi. Fakat kimse kadının yaşıyor olmasına sevinemiyordu. O gece benim için hayat son bulmuştu. Artık ben yaşayan bir cesed olmuştum. Hiç birşey yapamadan odama çekildim. Hıçkırıklarla ağlıyordum. Elimi onlarca kez yıkamama rağmen bir türlü unutamıyordum. Ellerimle temizlemeye çalıştığım et parçaları 7 aylık bir bebeğe aitti. O gece hayatımın en önemli kararını vermiştim. Bir daha doktor önlüğünü giyip elime neşter almayacaktım. Sabah olup kafile yola çıkmaya hazırlandığında onları yolcu etmek için kapıya çıktım. Beni hazırlanmamış gördüklerinde hepsi merakla ne olduğunu soruyordu. Tek bir cümle söyledim. "Doktor öldü". Her ne kadar ısrar etseler de artık doktor olmadığımı ve o çocuğun intikamını almak için burada kalacağımı söyledim.

Ben artık hastaları tedavi eden bir doktor değil, bir avcı olmaya karar vermiştim. O gün ilk işim kanas eğitimi alabileceğim bir yer bulmaktı. Suriye'de ki en iyi kanasçıyı bulup ondan aylarca eğitim aldım. Eğitim bittikten sonra silahımın ilk şarjöründen bir mermi çıkarıp cebime koydum. O mermiyi binlerce insanı katleden Beşşar Esed için saklıyorum. Bugüne kadar yüzlerce Esed askerini 2. mermiyi kullanmadan avladım. Bugün ilk defa bu yazıyı yazarak sizleri de Doktor Kanas ile tanıştırdım. Bugünden sonrada vakit buldukça yazmaya da devam edeceğim. Ta ki o son mermi sahibini bulana kadar.

Şimdilik Allah'a emanet olun. 

Doktor Kanas
18/06/2015 – 03:00

İdlib/Suriye